Arife, anneannem ve iki buçuk kuruş bayram harçlığı
Rahmetli anneannem bayram harçlığımızı arife günü verirdi, hatırlamıyorum, bizim Gündüzbey’deki eski evimizde mi, yoksa Cengiz Topel’deki ilk yapılan kendi evlerinde mi?
Kaç kuruş (kuruş diyorum lira değil) verirdi onu da hatırlamıyorum. Galiba iki buçuktu…
Bayramdan bir gün önce akşam vakti verirdi. Niye arife günü onu da bilmiyorum.
Şimdi hafızamı zorluyorum da, anneannemin yüzünü, parayı bağladığı bez parçasını ve sevincimi… Stüdyodaki karanlık oda, sisli bir dağ başı, siyah beyaz bir fotoğraf, dibi zor görünen su kuyusu gibi… Zor, çok zor hatırlıyorum.
Bayram harçlığı seremonisinin aklımda iz bırakan tek yönü sevincimdi.
İki buçuk kuruşa dünya kadar sevinirdik.
Biz mi küçüktük para mı büyüktü?
Ne alırdık ki o paraya, ya da para bizde kalır mıydı?
Ne yapardım o parayı?
Ve bu para neden çok tatlıydı?
Bayramlık olduğu için mi?
Bilmiyorum.
Ama seviniyordum ve o para tatlıydı.
Hiç unutmamışım.
Ölene kadar da hafızamın bir köşesinde kalacak gibi…
Ve anneannem bana çok şirin görünüyordu.
Beni her görüşünde gözleri parlar, şefkati ve sevgisi yüzünden okunurdu.
Her bayram, her arife günü hep anneannemi, bana gülüşünü ve iki buçukluk bayram harçlığını hatırlıyorum.
“İki buçuk ” deyip geçmeyin.
Ne zaman, kim tarafından ve ne için verildiğidir, uzun yıllar hayal dünyamızı beslemesidir bir paraya değer katan…
Anneannem… Bir bayram daha geldi, şimdi arife günü… Uzat o mübarek elini öpeyim, beze sardığın iki buçukluk bayram harçlığımı versene!
Bana dünyaları versene…