
Mekânların Ruhu
Mehmet Nezir Öndül
Mekânların da ruhu vardır ve size ne hissettiriyorsa o kadardır. Tarih kokan mekânlar, eski taş binaların serinliğinde demlenen çaylar, maziye şahitlik eden burçlar, uğruna nice şehitler verilen, kanlar dökülen surlar, binlerce yolcuya mihmandarlık eden kervansaraylar, buram buram gurbet kokan tarihi köprüler, coğrafya üzerinde şekillenen nice kaleler, yollar... Hepsinin kendisine ait bir ruhu, bir mesajı ve bir farkındalığı vardır. Süleymaniye'de bir bayram sabahında dile gelen şairin mısralarındaki akıncının iç sesini duyarsınız minberde hutbe okunurken. Selimiye'de ayrı bir Sinan'ın sanatını seyredersiniz. Topkapı'da Balat'ta Eminönü’nde, Fatih'te, Edirnekapı'da, Eyüp'te şahlanışını görürsünüz fethe niyet eden asker atlarının ve şehadet niyetindeki kutlu neferlerin naraları sağır eder tarihe şahitlik eden bu mekândaki hassas kulakları. Kılıç seslerini duyarsınız sur dibinde; sırtınızı çağlar açıp kapanan İslambol toprağına dayadığınızda. Onlarca sultanın, yüzlerce vezirin gönlünde taht kuran bir saltanatın ilmek ilmek işlendiği, tarihin zaferle yazıldığı, ibretlerle yorumlandığı bir Topkapı Sarayı’nın Marmara’ya bakan pencerelerinde Lale Devri’nin en şatafatlı sergüzeştini dinlersiniz Nedim’in şarkılar bestelediği odalarda.
Mabetlerde sükûnete erersiniz, taşların serin gölgesinde gösterişsiz, sade ve maneviyat kokan bir havayı teneffüs edersiniz ve şadırvanda ayrı bir heyecan, ayrı bir ferahlık hissedersiniz; suyun üzerinizden geçerken aldığı elektrikle ruhunuzun saflaştığını anlarsınız. Bazı mekânlar da vardır ki içinde anılarla yaşarsınız, çocukluğunuzdan kalan bir mahalle kenarında toprak damından kar ve yağmur yağınca evinize suyu sızan ve altına leğenler koyup da beklersiniz gelecek ustanın tamir edeceği vaktin ümidiyle. Beraberce bir sobanın önünde ısıtırken soğuktan çatlayan ellerini, titreyen kardeşinin avuçlarındaki kızarıklıkta yanar, hayallerin umuda dönüşeceği ilkbahar cemreleri.
Ve güneşin batışını seyredersiniz yüksek dağların tepesinden, iftar topunu beklerken bir şehirde sükûnete eren insanların solan yüzleri ve açlıktan düşen gözleri gelirken aklınıza. Mekân size sükûnet verir, güzel anılarınızı canlandırır, bakıp geçerken gülüp eğlenirsiniz ve 'hey gidi günler hey!' deyip yüzünüzde sıcak bir tebessüm, içinizde yanık bir özlem duygusuyla derinden bir nefes alırsınız, içinizdeki boşluğa iyice doldurduktan sonra yavaş yavaş vermeye başlarsınız. Çünkü bu mekânlarda sizi sevindiren, yüzünüzü güldürüp gönlünüzü kuşatan, içten davranarak hep yanınızda olduklarını hissettiren sevdiklerinizin izleri vardır da ondandır bu nefesinizden size can bağışlayan alışverişler. Mağarada korku nedir bilmeyen, yılana çıyana irkilmeden bakıp yolundan kaldıran, gecenin karanlığından kaynaklanacak her türlü belayı ve tehlikeyi bertaraf eden dostunuzun ya da dostluğunuzun samimi birlikteliğiyle sıvanmış mekânlarda can cana, yan yana bulunmanızdır.
Aslında mekâna ruh katan bizim ona yüklediğimiz anlamdır belki de. Oraya bakış açımız, orada yaşadıklarımız ya da yaşananlar, geçmişten gelen ulvi bir havayı taşır bilmediğimiz anılarla, hayatlarla dolu bazı mekânlar. İnsanın bulaştıran elinin değmediği, doğal güzelliklerinin hala kaybedilmediği nice yerler var. Doğal haliyle kaldığı sürece saflığını ve enerjisini kaybetmeden yıllara meydan okuyan kıtalar, sarar yemyeşil tabiatın maviyle buluştuğu sahil kenarlarını. Gözleriniz buralardayken ufkunuz çok uzaklara yelken açar ve özgürlüğe uçan göçmen kuşların kanatlarına dileklerinizi bindirir uçurursunuz uzak ülkelerin bulutsuz sabahlarına gebe umut dolu şafaklara. Ruhunuzun bir tüyden daha hafiflediğini hissettiğiniz o mekânlarda kuşlara özenip uçmak istersiniz belki de hisleriniz çoktan uçuşa geçmiştir sizden habersiz.
Bazı mekânlarda da daralır, bunalır, kararır, saflıkla yıkanan ulvi ruhlar. Bir türlü istediğiniz o havayı teneffüs edemezsiniz ve ciğerleri nefessiz kalan bir dalgıç gibi vurgun yersiniz dipsiz mekânın sizi boğan girdaplarında. Eğlence mekânları denen mekânlarda yalandan eğlenen, miş gibi tavırlarla halden hale giren, aklın parlaklığını ahlakının yozlaşmışlığıyla gölgeleyen, yüksek ışık ve yoğun ses altında eğlenen, gülen hatta kahkaha krizlerine giren insanları neşeli zannedersiniz; lakin doldurmaya çalıştıkları; içlerindeki büyük boşluğun dışa vuran zıtlıklarından ibaret olduğundan emin olabilirsiniz. Bu mekânlar kasvet verir; göğsünüzde bir kaya, içinizde ezilen bir parça vardır hep. Belki süslü püslüdür ama içinizdeki duygular sisli pusludur. Çok geniş ve havalı bir sarayda huzursuz ve mutsuz hissediyorsanız dar bir zindanda yaşamış farz edin kendinizi.
Bazen de zindan gibi akan, kokan, kararan, soğuk, dar ve rutubetli bir evin odasında yaşam mücadelesi verirken; içinizdeki huzur ve sükûnetin şükrüyle bir saray odasında yaşar gibi hissedersiniz avuçlarınızda çırpınan yüreğinizi. "Nice zindanlarda ne sultanlar yetişirdi, nice saraylarda ne köleler devşirilirdi. "der durursunuz içinizden gelen iyileştirici hikmetli sese.
Mekânların ruhu insanın ruhundan yansıyan bir kıvılcımdır. Muhabbetle harlandıkça içinizi ısıtan bir sıcaklık yayar etrafına. Eğer muhabbet kalmamışsa ruhunuzda, mekânın size hissettirecek bir şeyi de kalmamış demektir. Bir yığın lüks eşya, en modern mimari, çeşit çeşit boyalı badanalı duvar yığınlarından başka bir şey değildir mekân denen garabet. Eviniz zannettiğiniz yer ruhsuz bir taş yumağından ibaret. Gözünüzden gönlünüze giden yollar tıkanmışsa eğer, gördüğünüz güzellikler bile size çirkin gelmeye başlayacaktır. Ya gözlerinizi bulunduğu yuvalarından çıkarıp ardınıza bakmadan çok uzaklara atacaksınız ya da gözlüklerinizin buğulanan camlarını silmeyi vazife sayarak işe koyulacaksınız. Hangisi size,
sizi gerçekten gösterecekse onu seçmelisiniz kendi âleminizde. Çünkü her tercih bir vazgeçişin işaretidir. İlerleyen zamanda bu işaretleri takip ederek sizi doğruya götürecek, kendinizi keşfetmeye yarayacak mekânlarla ruhunuzu huzura erdireceksiniz.
Zamanın gölgesinde pinekleyen mekânlarda zamansız gidişleri hatırlayarak mekândaki anılarınızı canlandırdıktan sonra siz de gözlerinizi süzerek akıp giden zamanın ardından bakmaya çalışacaksınız. Belki de bu mekânlarda zaman pencerelerinden gönlünüzü nefeslendirecek menfezler açmaya çalışacaksınız. Her ne olursa olsun mekândaki siz ile
sizdeki mekân kavramı hiçbir zaman birbirinden bağımsız olmayacaktır.