Mehmet Nezir Öndül

TOZLU ZAMAN SANDIĞI

Mehmet Nezir Öndül

Eski bir mahalle evinin çatı katında tozlanmış bir sandığın içinde aranırken bir albüme rastladım. Ve bu albümde iki tanıdık arkadaşa denk geldim. Gözlerinde güneş doğan ve ayın nuruyla parlayıp derinliğinde cennet kokulu bir bakış besleyen iki fotoğrafa daldım uzun bir süre. Birinde on aylık bir çocuk kasımpatıların içinde, arkasına minder yaslanmış bir vaziyette oturuyordu. Etrafı çiçeklerin gölgesiyle kuşatılmış ve gözlerine vuran güneş ışınları gözlerini hafiften kısmasına sebep olmuştu. Lakin tatlı bir tebessüm ve derin bir bakışla etrafında olanlara bir anlam vermeye çalışıyordu. Çok sevimli bir yapısı olduğu  her halinden belliydi, çiçeklerin içinde farklı bir çiçek gibi açmış ve narin teninden yayılan cennet misal fıtri masumiyet kokusuyla her bakanın ilgi odağı haline gelmeye adaydı. Alnından aşağıya doğru bir nazar boncuğu sarkıtılmış, saçına sanki sakız gibi yapışkan bir şeyle tutturulmuştu. Güneşin sıcaklığı nasıl ki en soğuk iklimleri ısıtmaya yetiyorsa bu yavrunun sıcak bakışları da kaskatı gönülleri bile yumuşatmaya yetecek kıvamdaydı. Taş duvarların gölgesinde yeşertilen bir çiçek bahçesindeki bu insan evladının şefkat uyandıran masumiyeti ve insanın içinde uyuyan çocuğu uyandırması, cennet gibi bir menzilin insanı ne kadar da kendini evinde hissettirebileceğini anlatıyordu ibretle bakan dikkatli gözlere. 
Üzerinde tarih olmayan bir fotoğraftan yola çıkarak toplumun içinde bulunduğu durum hakkında genel geçer yorum yapmak ne kadar zor olsa da çocuk dünyasının masumiyet duraklarından birinde bulunmak, belli bir süre o zamana doğru giderek yaşanmışlıklar kadar yaşanamamışlıkların da muhasebesinin yapılacağı bir değerlendirmeye vakit ayırmak gerekebilirdi. Bu fotoğrafın arka planında kimler vardı, mutfak kısmında kimler, ne umutlarla, ne hayallerle ve beklentilerle bu körpe fidanın gölgesinde sevgi tohumlarını yeşertmeye çalışıyordu. Ya da kendi içinde bir sevgi yumağına dönen bu muhabbet yansıması simanın gamzelerinde, ne sırların saklandığını, nelerle karşılaşıp mücadele edeceğini, hayatın akışında kimlerle ne zaman karşılaşacağını kim bilebilirdi ya da kader planında nelerle, kimlerle, hangi zaman dilimlerinde nasıl imtihan olacağını. Kendi gününün yıldızı, dününün yarınıydı ve yarınına saklanmış ümitlerin kıymetli taşlarla süslenmiş bir hediye sandığıydı el bebek gül bebek büyütülen ailesinin neşe kaynağı hanesinde.
Diğer bir fotoğrafa dikkatle bakılınca görülüyordu ki ellerinde çiçekleri buluşturan fakat buruşturmayan,  zemine ve içinde bulunduğu bahçenin renklerine göre uyumlu giydirilmiş, ayakta bekleyen hem ruhen hem bedenen temiz ve parlak bir çehreyle, duruşundaki ciddiyeti taşımaya namzet bir erkek çocuğu, engin ufuklara bakan gözleriyle objektife odaklanmıştı. Gölgesi bir taşın üstüne düşmüş, nahif bedenindeki değişimler, özene bezene taranmış kumral saçlarındaki seyreklikten rüzgârın esmesiyle etrafa dağılan saç telleri bir önceki fotoğraftaki görüntüye  göre çocuğun büyüdüğünü ispatlıyordu görenlere. Farklı iki mekân ve karede tek bir ruhun izdüşümlerini görmek mümkündü durup da incelendiğinde. Büyüyüp olgunlaşmaya başlayan bedeni, boyu posu kadar tercihlerindeki naziklik ile duruşundaki netlik de ayrı bir dikkat noktasıydı. Bu yaştaki bir çocuk bu duruşu, bu tarzı, bu ruh yansıması eğilimi nasıl öğrenmişti, kimden esinlenmişti, kiminle veya neyle ruhunu demlendirmişti. Bu sorular, cevabını o zaman bulamamıştı lakin zaman tünelinden geleceğe ulaşınca on aylıkken başlayan iki yaşına gelene kadar süregelen ve belki de ne kadar daha süreceği belirsiz bu serüvenin daha da gelişip ilerleyeceğini öngörebileceğimize işaret ediyordu. O yaşlarda hatta daha öncesinde çocuk ruhuna serpilen özünde saklı cennet tohumları, masumiyet yaşlarında filizlenmeye başlamıştı. Zaman değirmeninde öğütülerek kıvamını bulacak, değişik tezgâhlarda işlenip duracak ve ömrünün demlendiği bir çağda kemale erecek bir karede yeniden yorumlanacaktı. Her bakan aynı karede ayrı bir hikâye görecek ya da kendinden bir şeyler bularak öz benliğine giden yolda bir detaydan hareketle kendini yeniden inşa etme gayretine ulaşacaktı. Mesele neye baktığından çok nereden baktığına, nasıl ve ne zaman baktığına da bağlıydı zamana perçin vurulamayan dünya harmanında.
Evet, bu iki kareden anlaşılıyordu ki tabiattaki mana süzgecinden süzülen insanın fıtratında yeşeren güzelliklere, ruhun, kalbin ve aklın uyumluluğu ta evvelden aşina olup vakti geldiğinde mecrasına akarak ilgi yatağına dökülebiliyormuş. Nakış nakış işlenmiş bir gergefin inceden inceye değerlenen deseniyle şekillenen bir ömrün merdivenine çok önceden başlamış bu tırmanış. Bu tırmanışın zirveye doğru emin adımlarla çıkacağını görmek de güçlü ihtimaller arasındaki yerini korumaktaydı. Belki de bu iki kareden hareketle pek çok çıkarıma tabi ki de ulaşabiliriz lakin en yakın pencereden bakarak çok detaylandırmadan şunları ifade edebiliriz:
"Denizin durulduğu yere kıyı demişler." sözünden cesaretle biz de deriz ki o gün çiçekli bahçesinde gezdiğimiz, taş duvarları olan bir eve, bugün farklı bir açıdan bakınca ilgi ve yeteneklerin doğuştan getirildiği tezi ne kadar doğruysa, çevresel faktörlerin etkisi ve kişinin hayattan beklentileri karşında sergileyeceği tavırlar bütünü de bu ilgi ve yeteneklerin ilerleyerek gelişmesine katkı sunacak kadar doğrudur. Ya da ehline denk gelen bir cevher gibi şekillenerek kömürden elmasa, ham altından kuyumcu titizliğiyle inceden inceye işlenmiş bir tasarım harikasına dönüşecektir. İşte insanın dönüştürücü gücüne inanmak, kendini keşfetme yolundaki en büyük engeli ortadan kaldırmak demektir.
Demek ki insanın hayatla olan bağı yeni bir mesele değil, kökleri onun geçmişine kadar uzanan bir serüvenin dallanıp budaklanması, kök salıp güçlenmesi ve zamanı geldiğinde bir bahçıvanın sihirli dokunuşlarıyla meyve vermesi gibidir. İşte o gün meyve veren ağacın çekirdeğindeki program dikkatle incelendiğinde, tüm bu detaylara ibretle ve hikmetle bakıldığında görülecek ki bilim, felsefe ve kişisel gelişim dalları da bu hususta gerekli izahları kendi disiplinlerine göre ifade edecektir. Çünkü insanın tabiatındaki her detay, uygun zemin, zaman ve programla buluşup bir aktörün ellerinde can bulursa, keşfedilmiş bir hazinenin ortaya çıkarılması gibi bir güç olduğunun farkındalığı ortaya çıkacaktır.

Yazarın Diğer Yazıları