Melahat Sengir

Bozkırın Ruhu

Melahat Sengir

Bozkırın Ruhu
Uçsuz bucaksız bir okyanus gibi uzanıyordu bozkırın ovaları. Ne bir gemi ne de bir fener, sadece dalgalanan sapsarı bir buğday denizi. Güneş, her şeyi ateşe vermişti. O sarı başaklar, bir ordu gibi dizilmiş, rüzgarın esintisiyle sağa sola eğiliyordu. Sanki güneş bozkırı buğdayla boyamış, ruhuna bu altın rengi işlemişti.

Göz alabildiğine uzanan bu sarı denizin ortasında, tek bir ağaç bile yoktu. Sadece, ufukta bir yılan gibi kıvrılan dağların eteklerinde gezen bir karaltı, bir koyun sürüsü. Çoban, elinde değneği, kim bilir kaç yıldır bu topraklarda yürüyor, bu sessizliğe tanıklık ediyordu. O koyunlar, tek tek bu sessizliği kemiriyordu. Çobanın kavalı, arada bir bu uçsuz bucaksız denizde bir adacık gibi beliren bir bozlakla yankılanıyordu. O ses, bozkırın tek neşesiydi.Bozkırın Ruhu

Yanı başında, rüzgarın taşıdığı bir türkü gibi sallanan sarı bir çiçek. Ufak tefek, cılız ama dirençli. Bu sert topraklarda kök salmış, bozkırın bütün çilelerini omuzlamış ve kendi başına bir hayat kurmuştu. Tıpkı bozkırın kendisi gibi, tek başına ama güçlü. Onun buğdaylarla dansı, hüzünlü bir ayrılık şarkısı gibiydi. Birbirlerine dokunuyor ama birleşemiyorlardı. Engin bozkırın kalbinde, güneşin altın renginin öptüğü uçsuz bucaksız ovaların sarı çiçekleri..Bozkırın Ruhu

Uzakta, mor bir çizgi gibi uzanan dağların eteklerinde, özgürce otlayan yılkı atları  belirirdi.. Bir o yana, bir bu yana savrulan yeleleriyle atlar, bozkırın ruhunu taşıyan asil varlıklardı. Onlar, bu toprakların sessiz bekçileri, özgürlüğün ve direncin sembolüydüler. Dağlardan gelen serin rüzgarın fısıltısına karışan bozlaklar yükselirdi.  Engin bozkırın sessizliğinde, rüzgarın fısıltısına karışan bozlaklar.. Neşet Ertaş'ın telli sazından dökülen her nağme, bozkırın kalbinden kopup gelen bir çığlık gibiydi. Onun türküleri, bu toprakların acısını, sevdasını, hasretini anlatırdı. Toprağa düşen her yağmur damlası gibi, her notası da bozkır insanının ruhuna işlerdi. Kırık bir dalın hikayesi, bir çiçeğin açılışı, batan güneşin kızıllığı... Her şey, bu engin toprakların ruhunu taşıyan bozlaklarda hayat bulurdu. Bozkır, sadece bir coğrafya değil, Neşet Ertaş'ın türküleriyle harmanlanmış, yaşayan bir destandı. Gündüzleri güneşin kavurduğu, geceleri ayın ışıklarıyla aydınlanan bu topraklarda, bozlaklar sadece bir ezgi değil, aynı zamanda bir yaşam biçimiydi. Bozkırın Ruhu

Akşam güneşi batarken, gökyüzü kızılın ve turuncunun en güzel tonlarına bürünürdü. Sadece rüzgarın hışırtısı ve uzaktan gelen ulumalar duyulurdu. Yıldızlar birer birer belirirken, Samanyolu bozkırın üzerine inci taneleri gibi serpilirdi. İşte o an, bozkır tüm heybetiyle sessizce uykuya dalar, ertesi günün yeni bir başlangıcını beklerdi. Bu topraklar, her mevsimde farklı bir güzellikle donanır, her anıyla ruhlara dokunurdu. Bozkırın ruhu, sonsuzluğun ve özgürlüğün nefesiydi.Bozkırın Ruhu
 

Yorumlar 1
İsmail YİĞİT 17 Temmuz 2025 11:00

????????

Yazarın Diğer Yazıları