Türk Gibi Başlayıp Yunan Gibi Bitirmek!..
Orhan Salcı
Türk Gibi Başlayıp Yunan Gibi Bitirmek!..
Rabbimizin övdüğü, adını tarihin altın sayfalarına yazdırmış aziz, asil bir milletin evlatları, merhamet ve adalet medeniyetinin varisleriyiz hamdolsun..
Atadan miras kalan izzeti, asaleti, merhameti, adaleti sürdürmek ve gelecek nesillere miras olarak bırakmakla mükellef olduğumuzu vurgulayarak başlamak istiyorum..
2011 yılında Suriye'de patlak veren iç savaşın ardından hükümetimizin ilan ettiği "Açık Kapı Politikası" vesilesiyle Suriye, Irak, Afganistan başta olmak üzere değişik ülkelerden milyonlarca insan açtığımız merhamet kapısından girdi, ülkemize sığındı..
Tarih boyunca defalarca göç akınlarına muhatap olmuş olmanın, dinimizden ve medeniyetimizden aldığımız misafirperverliğin bilinçaltı etkisiyle olsa gerek, devlet ve millet olarak böylesi büyük çaplı bir göç dalgasına hazırlıklı olmasak da bütün olumsuzluklara ve zorluklara rağmen milyonlarca çaresiz insana kucak açtık, çare olduk, açları doyurduk, yedirdik, içirdik, okuttuk, yuvalar kurduk, iş verdik, aş verdik..
Türk gibi başladık.
Türk gibi sürdürdük..
Dünya milletlerine örnek olduk
Devlet, millet, yardım kuruluşları, STK'lar, hamiyetli insanlar vb hep birlikte emsalsiz, destansı işlere imza attık, tarihe geçecek güzel işler yaptık hamdolsun..
Sonra..
Sonrası karışık..
Sonrası acı.
Ne demek istediğimi açmak istiyorum..
2011-12'de başlayan mülteci akını, 2020'de dünyayı saran pandemi sürecinde durdu, durduruldu..
Pandemi sonrası oluşan fahiş fiyat dalgaları, ekonomik sıkıntılar yüzünden Türkiye'de geçinmekte zorlandıkları yahut başka nedenlerden ötürü pek çok mülteci aile resmi yahut kaçak yollarla ülkemizi terk etmesiyle mülteci sayısı azalmaya başladı..
Kalanlar ülkemize, kültürümüze, ekonomik, sosyal ve hukuk sistemimize iyi kötü alıştılar..
Kimseye ve devlete yük olmayacak, kendilerini geçindirecek işler bulmaya, ülke ekonomisine katkı sunmaya başladılar bile diyebiliriz.
Özellikle çocuklar ve gençler neredeyse tamamen adapte oldular, okulda, işte, sokakta bizim çocuklarımızdan ayrılamayacak kadar güzel Türkçe öğrendiler, adapte oldular, örnek alınacak güzellikler sergilediler..
İçlerinde öylesine temiz, asil aileler, meslek sahibi, sanat ehli, servet sahibi insanlar, son derece becerikli, zeki çocuklar vardı ki..
Bizim bencil, tembel, miskin, zevk-haz-hız düşkünü, hayırsız, vefasız, bağımlı nesillerimizden bin kat daha fazla bu ülkeye hizmet ediyorlardı, edebilirlerdi..
Ama olmadı, olmuyor..
Mülteciler akın akın ülkemize girerken henüz ortalıkta olmayan Göç İdareleri kurulup ülke çapında teşkilatlanmaya başladıkça durum değişmeye, sorunlar başka şekle dönüşmeye başladı..
Son iki yıldır hükümet politikası gereği midir, Göç İdareleri yönetimlerinin şahsi inisiyatiflerinden midir bilemiyoruz, mülteciler geri dönmeye zorlanıyorlar..
Güya mülakatlar yapılıyor, mültecilerin durumları inceleniyor, hikayeleri dinleniyor ve sonuçta ne hikmetse ve neredeyse tamamının ülkelerine dönmeleri gerektiğine hükmedilip geçici kimlikleri ve geçici oturma izinleri iptal edili veriyor..
Mülakatları yapanların eğitim durumlarını, uzmanlıklarını, insanlıklarını, iltica eden insanlara bakış açılarını, siyasi, ideolojik alt yapılarını bilmiyoruz.
Göç ve göçmenlerle ilgili ulusal ve uluslarasın mevzuata hakim olup olmadıklarını, hakim olsalar bile objektif olup olmadıklarından, bu insanların geldikleri ülkelerin sosyal, siyasal, hukuki durumlarını, göçmenlerin, göçmeyenlerin ve geri dönenlerin neler yaşadıklarını bilip bilmediklerinden, umursayıp umursamadıklarından emin olamadığımız memurların yaptıkları mülakatların sonuçlarının hep aynı olması düşündürücü geliyor.
Hükümetimizin göç ve göçmen politikasında değişiklik olup olmadığını bilmiyoruz..
Yine hükümetimizin Göç İdarelerine ve Geri Gönderme Merkezleri'ne atadığı amir ve memurları ne yönde talimatlandırdığını, atadığı amir ve memurları yeterince denetleyip denetlemediğini de bilmiyoruz..
Bakanlıklıların atadıkları memur ve amirlerin iş ve işlemlerini denetleyip denetlemediklerini, sonuçlarının neler olduğunu, nelere sebebiyet verebileceğini değerlendirip değerlendirmediklerini, umursayıp umursamadıklarını da bilmiyoruz..
Bazı Göç İdarelerinin "eskinin polis ve jandarma karakolları gibi" bir görüntülerine dair duyumların mahiyetini, doğru olup olmadığını araştırıp araştırmadıklarından da emin değiliz..
Göç İdareleri girilemez, çıkılamaz, hesap sormayı bırakın bilgi dahi sorulamaz, sorgulanamaz, şeffaflıktan, denetimden uzak kurumlar olarak mı tasarlandı, onu da bilemiyoruz..
Bizzat Cumhurbaşkanımız tarafından korumaya alınan çaresiz insanların canları, malları, çoluk çocukları, geçmiş ve gelecekleri hakkında söz söylemek, kararlar almak, icraatlar yapmak ateş üzerinde yürümek gibi hassas olması gerekirken, bazı kurum çalışanları ve amirlerinin aldıkları kararlarla bu insanları adeta ateş üzerinde yürümeye, ateşe atlamaya zorladıklarına dair duyumlar alıyoruz..
Açık Kapı Politikası uygulayarak "ülkenizde insanca, güven içerisinde yaşama imkanı olmayana kapımız, gönlümüz, soframız açık.." diyerek adeta davetiye gönderdiğimiz insanları on yıldan fazla koruyup kolladıktan, yedirip içirdikten, besleyip büyüttükten, okutup eğittikten sonra soframızdan, evimizden tekme tokat kovarcasına icraatlar yapıldığını duymak hakikaten üzüntü verici.
Dualarını aldığımız, almamız gereken mazlumların ahlarını, beddualarını almak istercesine icraatlar yapıldığına dair duyumlar almak vicdan sahibi insanları üzüyor, kahrediyor..
Bu insanlar çaresiz oldukları için bize sığındılar..
Ama bu gün yine çaresizler..
Türkiye'de kalmak istiyorlar.
Burası bizim ikinci vatanımız.
Biz Türkiye'yi seviyoruz, Türkleri seviyoruz..
Biz din kardeşiyiz..
Biz sizlerden iyilik gördük, sizlerden razıyız, duacınızız, Allah da sizlerden razı olsun.
Geçim sıkıntısı başta olmak üzere pek çok sorunlarımız olsa da burada güven içerisindeyiz..
Güvende olmanın ne demek olduğunu siz bilemezsiniz. Siz bizim yaşadıklarımızı yaşamadınız, Allah yaşatmasın.
Bizi tekrar ölümün, terörün, zulmün, zalimin eline atmayın, onların insafına bırakmayın diyorlar..
Gelin görün ki İçişleri bakanımızın kamuoyu önünde "gönüllü ve güvenli geri dönüş" ilkesinden bahsetmesine rağmen aynı bakanlığa bağlı kurumlar ve memurlar insanları zorla geri gönderme kararları alıyor..
Kimlikleri ve oturma izinleri kapatılan insanlar kaçak ve suçlu durumuna düşüyor, düşürülüyor.
Yakalandıkları an maalesef "hapishane şartlarından daha ağır" olduğuna ve yer yer insan onuruna, devletimize, milletimize yaraşmayan olumsuzluklar yaşandığına, yaşatıldığına dair duyumlar aldığımız Geri Gönderme Merkezlerine atılıyorlar..
Hayatlar, umutlar yine yarım kalıyor.
Çocukların eğitimleri yarım kalıyor..
Okullar açıldıktan iki hafta sonra, iki ay sonra yaka paça polis zoruyla bilinmezlere atılan, itilen insanlar gördük, görüyoruz.
Geri Gönderme Merkezlerine düşmekten ve ülkelerine dönmeleri durumunda başlarına geleceklerden korkularından pek çok mülteci aile, insan kaçakçılarının eline düşüyor.
Kara yahut deniz yoluyla ölümü göze alarak Avrupa ülkelerine kaçma yolunu tercih ediyorlar çaresizce.
Yollarda ölenler, perişan olanlar, birbirlerini kaybedenler..
Sonuç?
Türk gibi başladığımız işi Yunan gibi bitiriyoruz..
Gerekçe nedir, bilmiyoruz.
Neticeleri neler olabilir bilmiyoruz ama tahmin edebiliyoruz..
Kimlikleri ve oturma izinleri iptal edilen on binlerce ailenin, yüzbinlerce kişinin İdare Mahkemeleri'nde Göç İdarelerinin kimlik ve oturma izni iptali kararlarına karşı iptal davaları açmaları "gönüllü ve güvenli geri dönüş" ilkesinin çiğnendiğinin en bariz delilidir..
Devletimizin, hükümetimizin bu durumu fark edip yeni kararlar almasını, yeni düzenlemeler yapmasını, kurumları ona göre talimatlandırmasını, vicdanları yaralamayacak, insanları mağdur etmeyecek, yüzümüzü kızartmayacak icraatlar yapmasını bekliyoruz.
Devletimizin davet edip on yıl misafir ettiği, emek verdiği, hizmet verdiği mültecileri bir anlamda zorla geri gönderme kararları alınırken, o ülkelerdeki siyasal, sosyal, hukuk sistemlerinin oturup oturmadığını, devlet çarkının adam gibi işleyip islemediğini sağlıklı bir şekilde değerlendirmesi ve geri gönderdiği insanlara nasıl muameleler yapıldığını takip etmesi gerektiğini bizim söylememize gerek yoktur, olmamalıdır.
Gönüllü yahut zorla ülkelerine dönen mültecilerin kaç tanesinin hapse atılmış, kaç tanesinin kötü muamele görmüş, kaç tanesinin uyduruk yargılamalarla mahkum edilmiş, kaç tanesinin idam edilmiş, kaç kişinin faili meçhule kurban gitmiş olduğunu sorması, bilmesi, o ülkelerle görüşmeler yapması, o insanların güvenliği için bir anlamda garantör olması gerektiğini söylemeye de gerek olmamalıdır..
Fransa'dan Kanada'ya bütün batılı ülkeler bizim ülkemizdeki mültecileri inceleyip işe yarar gördüklerini teker teker alıp götürürken bizim elimizdeki insanların işe yarayacaklarını ayırıp oturma, çalışma izni vermeyi beceremeyesimizi biz üzülerek seyrederken dünyada birilerinin de komedi filmi izler gibi kahkahalarla seyrettiğine hiç şüphem yok..
Mültecileri ülkemize alırken pek çok hatalar yapılmış olabilir.
Ama iyi niyetle, insanlık adına yapılan hatalar dünya ve ahirette yüz akımız olarak tarihe geçti bile..
Bu gün maalesef kanun, nizam, mevzuat vs adına doğru yapıyoruz diye yapılan pek çok iş, işlem ve kararın yüzümüzü kızartmasından korkuyorum..
"Her yasal olanın meşru, hukuki, insani, vicdani olmadığının dersini verip göçen Alev Alatlı'ya rahmet olsun.
Alınan bu zorla geri gönderme kararlarının olumsuz pek çok neticeleri olacaktır muhakkak..
Birinci ve en büyük tehlike;
Garipleri, yetimleri, çaresiz insanları ağlatmak, ahlarını, beddualarını almak..
İkinci tehlike;
On yıl bin bir çabayla, çileyle iyilik ettiğimiz insanların minnet ve şükran duygularını kendi ellerimizle yok etmek.
Ülkemizde kalsalar da, ülkelerine dönseler de, dünyaya dağılsalar da gittikleri her yerde bizim gönül elçilerimiz, gönüllü elçilerimiz olmalarını sağlamak varken düşmanlıklarına hedef olmak, ülkemiz, milletimiz, devletimiz aleyhine iş tutmalarına sebep olmak çok büyük bir hatadır, kayıptır..
Üçüncü tehlike;
Önümüzdeki günlerde, ülkelerine göstermelik on tane mülteciyi bile zar zor kabul eden Avrupa ülkelerinin mülteci meselesi üzerinden bize ayar verme, nasihat verme, güya insanlık dersi verme, fırça çekme küstahlıklarına ve dahası Avrupa İnsan Hakları Mahkemelerine açtıracakları davalarla ülkemizi tazminatlar ödemeye mahkum etme çabalarına muhatap olmak..
Değer mi?
Ekonomik kayıplarımızı, işgücü kayıplarımızı, insan hazineleri kayıplarımızı ve bu gün aklımıza bile gelmeyen ama zaman içerisinde ortaya çıkacak kayıpları alt alta sıraladığımızda gelecek nesillerimizin bile bize minnetle değil, nefretle bakacaklarını,
büyüklerimiz ne kadar basiretsiz, ufuksuz insanlarmış diyeceklerini duyar gibi oluyorum..
Büyük mahkeme kurulup Rabbimiz benim arzımı, havamı, suyumu benim kullarımdan ne hakla esirgediniz diye sorduğunda, "Allah'ım yasal mevzuat böyle emrediyordu..
Ayrıca ülkemizde bazı faşist grupların, partilerin aleyhte propagandalarından korktuk. O yüzden bu insanları ülkemizden çıkartma kararları aldık" mı diyeceğiz?
Dışardan bakınca mülteci etiketi yapıştırıp geçtiğimiz meselesinin çok başlıklı, çok yönlü, çok çetrefil bir mesele olduğunu bilerek ifade ediyorum bunları.
Tek tip mülteci yok.
İyisi var, kötüsü var.
Suçlusu var, suçsuzu var.
Zulümden kaçanı var, maceraya koşanı var. İçlerinde ajan da var, terör şüphelisi olan var..
Dulu, yetimi, genci yaşlısı, vasıflısı vasıfsızı, okumuşu cahili, köylüsü şehirlisi,
Müslüman'ı Hristiyan'ı,
Şia'sı Sünni'si derken belki onlarca alt başlıkta incelenmesi, kişiye özel kararlar verilmesi gerekiyor..
Zor gibi görünse de geçen 10-12 yıl içeresinde devletimiz bütün bunların bilgilerine ulaştı, kayıtlarını tuttu..
Mesele karar verirken daha hassas, daha bilinçli, daha adaletli, daha sağduyulu, insani ve vicdani ölçüleri ve en önemlisi milli menfaatleri göz ardı etmeden karar verebilmek.
Bunun da zor olmadığı kanaatindeyim.
İşin en zor kısımlarını yüzakıyla başardık. En kolay kısmını yüzümüze gözümüze bulaştırmayalım. Denizi aştık, derede boğulmayalım.
Derdim bu..
Orhan Salcı - Araştırmacı Yazar