Semiha SALMAN

Çığlığın Adı: Gençlik ve Şiddet

Semiha SALMAN

Son aylarda ülkenin dört bir yanından şiddet haberleri okumaya başladık; Özellikle akran zorbalığı, gençler arasında çıkan kavgalar, çeteleşme, sosyal medyada meydan okuma videoları, kesici ve ateşleyici alet taşıma gibi… Bu tür haberlerin her geçen gün arttığını görüyoruz. Bu haberlerin en korkutucu yanı da şiddetin yaş aralığı, liseden anasınıfına kadar inmiş olması.

Daha geçtiğimiz hafta Malatya’da bir konser sonrası çıkan tartışma, kısa sürede büyüyerek bıçaklı kavgaya dönüştü. Bu ne yazık ki tekil bir vaka değil.  Aynı saatlerde Malatya’nın farklı yerlerinde aynı şiddet ve yaralanma vakaları duyduk ve üzülerek söylemem gerekir ki bunların çoğu çok genç ve 18 yaş altı çocuklar. Toplumun en genç kesiminin şiddetle bu kadar iç içe geçmesi, artık hepimizin durup düşünmeye davet ediyor.

Bugün gençlik bir yaş aralığı değil; aynı zamanda bir kimlik arayışı, bir aidiyet savaşı yaşıyor. Aile, okul, toplum ve dijital kültür bu arayışın temelini oluşturuyor. Ancak bu eksenlerin hiçbiri artık eskisi kadar sağlam değil. Aile bağları zayıflıyor, ebeveynler yorgun ve hangi davranışa nasıl yaklaşacağını bilemiyor. Okullar sadece bilgi aktarımına sıkışmış ve toplumun güven veren yapısı çözülmüş durumda. Böyle bir zeminde gençlerin ‘’ben kimim, nereye aitim, beni kim görüyor?’’ Sorularına buldukları cevaplar bazen şiddet, bazen çeteleşme, bazen de sanal kahramanlıkla doluyor. Çevrelerinde ‘’iyi olmak’’ yerine ’’güçlü olmak"  vurgusu daha baskın. Sosyal medyada delikanlılık ve sertlik üzerine kurulan dil, bu kültürü sürekli besliyor. Bir videoda izlenen kavga, bir meydan okuma akımı bile bir gencin davranışını biçimlendirebiliyor.

Bir başka etken aidiyet eksikliği. Çeteleşme sosyolojik olarak yalnızlaşan bireyin ‘’görülme’’ çabasıdır. Ailede duygusal boşluk yaşayan, okulda kabul görmeyen, toplumda değersiz hisseden genç, bir gurubun parçası olarak anlam bulur. Bireysel kimlik gelişiminin zayıf kaldığı yerde, gurup kimliği hızla öne çıkar.

Sosyolojik olarak ise sorun sadece aileyle sınırlı değildir. Toplumda giderek artan ekonomik eşitsizlikler, gençlerin gelecek umutlarını törpülüyor. Umutsuzluk, aidiyet kaybını büyütüyor.’ Zaten hiçbir şey değişmeyecek’’ duygusu, davranışlarında kontrolünü zayıflatıyor. Böyle bir ortamda gençler, şiddeti bir ifade biçimi olarak kullanıyor. Sonrasında da öfke çaresizliğin dili olma haline geliyor.

Peki, Çözüm Nerede?
Öncelikle gençleri ’’problem’’ olarak değil, ‘’ mesaj taşıyıcı’’ olarak görmek gerekiyor. Şiddet, bize bir şey söylüyor. ‘’Beni duyun’’ bu çığlığı susturmak değil, anlamak gerekiyor.

Çözümü sadece aileye yüklemek adaletsizce bir çözüm yolu olur. Çünkü bu hepimizin sorunu. Okullarda sadece akademik başarı değil duygusal farkındalık, empati eğitimi, ahlaki değerler ve topluma saygı bilinci sadece ders adı altında ya da seminer ile anlatılıp geçilmemeli uygulamalı bir şekilde gerçekleştirilmeli, aile ile iletişimde olunmalı ve olumlu davranışlar ödüllendirilmelidir. 

Aileler için de asıl görev, ‘’kontrol etmek’’ yerine ‘’bağ kurmaktır’’. Gencin ya da çocuğun davranışını değil, duygusunu anlamak, suçlamak yerine konuşabilmek; ’’Sen neden yaptın?’’ yerine ‘’Seni buna iten neydi? ‘’diyebilmek büyük fark yaratacaktır. Ailelere çocukları ile iletişim ve sevgi dili, eğitim atölyeleri ile öğretilip geliştirilmelidir. Çünkü hızlı gelişen bir dünyada kuşaklar arası iletişimde uyum problemleri çok net bir şekilde kendini gösterir.
Toplumunda gençlere karşı dili değişmelidir. Her şiddet haberinde gençleri etiketlenmiş bir tehdit olarak değil, ihmalin aynası olarak görmeli ve göstermelidir.

Bugünün gençliği, yarının toplumsal aynasıdır. Onlar kayboluyorsa, bu hepimizin kaybıdır. Şiddetin altında biriken öfke, aslında görülmemiş bir neslin sessiz çığlığıdır. Onları duymak, yalnızca gençleri değil, geleceğimizi de kurtaracaktır.
Çünkü bir toplum, gençlerini kaybettiğinde, yarınını da kaybetmiş olur.
 

Yazarın Diğer Yazıları