M. Nurullah Varol

ORTA DOĞU KAZANINDA BİR BARIŞ OLABİLİR Mİ?

M. Nurullah Varol

Orta Doğu’da 1948 yılında İsrail’in kurulmasıyla başlayan Arap-İsrail gerginliği ve bölgesel anlaşmazlıklar, küresel aktörlerin ve ilgili kurumların sürekli takibinde olmuştur. İsrail ile bölgedeki diğer Arap devletleri arasında yaşanan 1967 ve 1973 savaşlarının sonuçları günümüzde dahi etkisini devam ettirmektedir. Enerji arzı gibi konularda küresel etkileri olan Orta Doğu’daki Arap-İsrail gerginliği ve çatışmalar, 1979 yılında Mısır ve 1994 yılında Ürdün ile İsrail arasında mutabakata varılan barış antlaşmaları ve diplomasi vasıtasıyla çözülmeye çalışılmıştır. Son olarak İsrail ile barış antlaşması yapan diğer bir Orta Doğu ülkesi Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) olmuştur. İbrahim Antlaşması ile Orta Doğu bölgesinde tesis edilmeye çalışılan barışın bölge güvenliğine etkileri tüm açıklığıyla bu gün gözlenmektedir. Çalışmalar sonucunda İbrahim Antlaşmasının sadece bölgedeki barışı tesis etmeye değil, BAE’nin ABD’den F-35 alımına yardımcı olduğu ve İsrail’in BAE’ye uçakların yedek parça satışı açısından ekonomik avantaja sahip olacağı gerçeğini gözler önüne sermiştir.

Orta Doğu bölgesinde ülkeler arasında barış gerçekleştirme girişimleri belki de uluslararası kamuoyu ve aydınlar tarafından en çok düşünülen konuların başında gelmektedir. Coğrafi olarak sınırları konusunda bir uzlaşı olmasa da Kuzey Afrika ile Doğu Akdeniz, Arap Yarımadası ile Basra Körfezi bölgeleri siyasi olarak Orta Doğu olarak tanımlanmaktadır. Orta Doğu’da devam eden çatışmaların ve anlaşmazlıkların bölgenin sosyal, ekonomik ve kültürel gelişimine olumsuz etkileri meydadır. Bu nedenle bölgede tesis edilmeye çalışılan barış girişimlerine büyük önem verilmektedir. Uzun bir süre Osmanlı İmparatorluğu hâkimiyetinde olan bölgede petrol gibi değerli yeraltı

kaynaklarının bulunmasıyla Orta Doğu’nun büyük bir önem kazandığı ortadadır. Doğal zenginliklerin tespit edilmesiyle beraber küresel güçlerin sanayilerini geliştirmek için ihtiyaç duydukları enerji hammaddesi ihtiyacı, bölgenin hegemonya altına alınmasına neden olmuştur. Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa gibi eski sömürgeci ve yeni hegemon devletlerin bölgedeki kültürel ve demografik yapıya önem atfetmeden yeni sınırlar oluşturma girişimleri çatışmaların başlangıcını oluşturmuştur. Avrupa ülkelerinin bölgede hem ekonomik hem de güvenlik açısından çıkarları inkâr edilemez bir gerçek olarak kendini göstermektedir. Üstelik Orta Doğu’da gelişen olaylar etki bakımından sadece Orta Doğu ile sınırlı kalmamakta ve küresel etkilere sahiptir. Orta Doğu sadece zengin yer altı kaynakları açısından değil dini ve kültürel açıdan da büyük bir öneme sahip oluşu tüm dünya tarafından bilinmektedir. 1917 tarihinde İngiltere Dışişleri Bakanı Arthur Balfour tarafından gündeme taşınan bildirge sonucunda Filistin topraklarında bir Yahudi devleti kurulması fikri uluslararası arenada görüşülmeye başlanmıştır. Amerika Birleşik Devletleri, Filistin’de bir Yahudi ulusal yurdu(devleti) kurulmasını desteklemekle birlikte, dönemin Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Franklin Roosevelt bölgede Yahudi devleti kurulursa Araplara danışılmadan herhangi bir karar verilmeyeceği güvencesini vermiştir. Bu dönemde İngiliz sömürgesi olan Filistin topraklarında hem Yahudi Devleti hem de Arap Devleti kurulmasına ve Yahudi mültecilerin bölgeye sınırsız göçüne İngiltere karşı çıkmıştır. İngiltere, Filistin’deki siyasi ve ekonomik çıkarları korumak için Araplarla iyi ilişkilerini korumak istiyordu. İsrail ile bugüne kadar barış antlaşması yapan Orta Doğu ülkeleri, özel çerçevede 13 Ağustos 2020 tarihinde imzalanan İbrahim Antlaşması’nın bölge güvenliğinin tesis edilmesinde etkisinin

olup olmayacağı analize muhtaç görünmektedir. Orta Doğu bölgesi, örneklemi ise İsrail ve BAE olarak tespit edilmiştir. İsrail’in bölgesel güvenlik kompleksi oluşturması kapsamında ne gibi girişimleri olmuştur ve bu girişimlerin İbrahim Antlaşması’nın imzalanmasına etkisi nedir? sorusuna cevap aranacaktır. Sonrasında Orta Doğu’daki barış tesis etmeye yönelik girişimler ve İsrail’in rolü tespit edilmeye çalışacağım. Sonraki bölümlerde ise İbrahim Antlaşması’nın tarafları ve imzalanan bu antlaşmanın BAE’nin ABD’den F-35 muharip uçak alımına etkisinin olup olmadığı konusu incelenmeye çalışacağım. Makalenin hipotezi ise İbrahim Antlaşması’nın sadece bölgedeki barışın tesis edilmesine yönelik bir girişim olmadığı, barış antlaşması adı altında taraflar arasında silah satışı için uygun ortamın hazırlandığı gözlenmektedir. İbrahim Antlaşmasının analizi ve sonuçları ile ilgili daha önce yapılan araştırmalar sınırlı olması bu yazımın önemi ve özgün değerini arttırmaktadır. Orta Doğu’daki güvenlik kompleksi oluşturma çabalarının tek bir parametresi yoktur. Girift yapının anlaşılması ve analiz edilmesi için ekonomik, sosyal ve kültürel unsurlar değerlendirmeye tabi tutulmalıdır. İsrail’in ulusal güvenlik stratejileri incelendiğinde ise 2015 yılında yayımlanan İsrail Savunma Kuvvetleri Strateji Belgesi ile İsrail’in bölgede etkin bir güç olması gerektiği ve komşu ülkelerle barış yapılmasının önemli olduğu belirtilmektedir.

Yazı dişimizin sonraki bölünde buluşuncaya kadar selam muhabbet ve daim duâ ile kalmanız dileğiyle…

Yazarın Diğer Yazıları