Mehmet Nezir Öndül

Yol Kitabı...

Mehmet Nezir Öndül

Balık sırtı karlı dağların zirvesinde güneşin yansımalarını izlerken gözlerin kamaşmaması pek de mümkün değildi. Çam ormanlarında rüzgârla karın raksına tempo tutan kargaların uçarak yükselmeleri de ayrı bir seyir zevki veriyordu. Siyah kargaların karın üzerindeki varlıkları gerçekler kadar siyahtı lakin karın saflığı ve beyazlığı da hala umudun ve güzelliğin varlığına şahitlik etmeye delildi.
    Güneşin bulutla kucaklaşması artık yavaş yavaş karların eriyeceğine ve beklenen baharın müjdelendiğine işaret ediyordu. Toprağın bağrında bir kış boyu ikamet eden kar, soluklanarak kaldığı yerden kalkmaya niyetlenmişti artık.
    Bu manzara kitabını okurken bir şeyler yazmak yeni manzaralardan mahrum olmak anlamına geliyordu. Harf harf  yazılan bu doğa kitabına karşı kör, sağır ve dilsiz olmak ancak ruhu cesedine, aklı gözüne ağır gelenlerin talihsizliği olabilirdi.
  Yol boyu sıralanan bina çatılarının saçaklarından uzayan buzlardan anlaşılıyordu ki havaya düşen cemrenin şıpırtısını duymak canlılara ayrı bir davetiye çıkarıyordu baharın çiçekle donanmış meyveye niyet etmiş ağaçlarından. Şehir merkezlerindeki karla mücadelede çatıdan düşen kardan kaçmak isteyenlerin kayarak düştükten sonra etrafına bakarak ayağa kalkması ve mahcubiyetle sağlam kalmanın karışımı bir tebessüm ifadesi de manzaraya ayrı bir güzellik katıyordu ve o an anlaşılıyordu ki insan bazen kaçtığına yakalanır, kovaladığından bir kenara saklanırdı.
    Gelinliği giymiş bir genç kızın sevinç ve hüzün ortasındaki mahcup ifadesini yüklenen bodur çamlar, yeşil ile beyazın izdivaçlarına şapka çıkarıyor ve ferahlık veren çam kokusuyla ruhun derinliklerine inen bir huzur kaynağına nefes olup akıyordu, bazen de yoğun kara dayanamayıp devrilen, kırılan ve zorluklara karşı güçsüz, çelimsiz duran körpe fidanlar; insana değişik duygular yaşatıyordu. Tarifsiz belki de çelişkili ya da hayatın gerçeklerini anımsatan bir realiteyi görenlere ders verircesine.
   Uzun kavak ağaçlarında pamuk topakları gibi sallanan  kar kütleleri, güneşin önünde daha fazla duramayacaktı sanki hafif bir rüzgar üflemesiyle etrafa saçılan tüy gibi görünüyordu. Ağaçlar kardan meyveler veriyordu adeta.
   Ve hasret yüküyle vagonları doldurup yol alan trenin geçişini beklerken düşünceye dalan yaşlı bir teyzenin dolan gözleri, insan olmanın derinliklerinde nelerin gizlendiğini ve yaşanmışlıkların ne kadar da içli ve kalıcı izler bırakabileceğini gösteriyordu bakınca görebilen gözlere. Acaba ne geldi aklına ya da ne anımsattı o an o zavallı kadına? Bir anda kaç yıl önceye gitti ya da kaç yıl sonranın hayalini kurdu belki de içinde olmayacağı bir hayatın endişesiyle bugününü ıstıraba boğdu.
     Telefon tellerine konan kuşların kafalarını soğuktan gövdelerinin içine çekmesi ne kadar da normal geliyordu insanlara çünkü ihtiyacınız olan neyse huzura vesile olan da oydu bu basit düzlemde: Sıcak bir bakış, yumuşak bir tavır ve halden anlayan içten bir tebessüm.
     Etrafa dikkatle bakan gözlerin ortamın sıcaklığıyla göz kapaklarının üstüne çöken bir çığ gibi yorgunluğa döşek sermiş uykunun açlığını doyurmak isteyen kirpiklerin birbiriyle yavaş yavaş buluşması, tatlı bir rüyanın provası gibiydi artık direnemeyen göz kapaklarında.
     Yoldaki işaretler yeni hedefler gösteriyor her menzilde farklı insanlar biniyor hayat otobüsüne ve  artık tanıdık sayılan yüzler birer birer iniyordu her şehrin otogarlarında ve yerine yenilerinin geleceğini deneyimlediginiz bir beklentinin tazeliğiyle düşünmeye başlıyordunuz bundaki nasıl bir hikâye diye.
      Durmadan yol alan araç, yeni yerlerden geçince yeni hatta yepyeni manzaralar karşılıyordu bizi. Kışın kendini unutturmaya pek de niyeti olmayan köylerden,  hayvanlarına saman götürmeye çalışan köylülerin soğuk havaya rağmen yüklendikleri sorumluluk küfesini çekmek için gösterdikleri gayret, hayret vericiydi. Her biri ayrı bir kahramandı özyaşam hikayelerinden. Evdeki çocuklarına yiyecek götürüyormuşcasına bin bir sevinçle ve gururla tepelerden kayarak inip geliyorlardı kızaklarıyla, arkalarına karın tozunu katarak.
     Gecenin ayazı çökmeden hanelerine dönmeleri gerektiğinin farkındalığıyla hızlanmaya başlıyorlardı, hızlandıkça da  umutlanıyorlardı. Ve güneş batıp da insanlar evlerine iyice çekilince bacası tüten ocaklardan yükselen duman, kalpleri yuva ortamında birbirine ısındırmaya devam edecekti toprak damlı köy evlerinin dar odalarında. Böylece gün bitiyor ve insanlar huzura kanat çarpıyordu başlarını yastıklarına koyduklarında.
     Taptaze bir günün sabahında güneş, dağların zirvelerinden usulca yükselirken geceden kalma soğuk hava yerini ruhunu okşayan bir sıcaklığa bırakıyordu. Güneş ışınlarının vurduğu yüksek tepelerdeki evlerin camlarındaki yansımalar göz kamaştırırken uykulu gözlerle etrafa bakınan yol arkadaşları, tabelalardan nereye vardıklarını gözlemliyor, gidecekleri yere  ne kadar kaldığını hesaplıyordu. Evet bizim de yolumuz az kalmıştı, gidenler bayağı azalmış yerlerine ise bu defa gelenler olmamıştı. Dolu bir otobüsle başladığımız yolculukta menzile varmaya dört saat kalırken otobüste on kişi kalmıştık, birbirine yabancı ama aynı çatı altında bir gün bir gece yol giden yol arkadaşları ve yol kitabına satır olan doğal tavırları.
     Hayat da böyle değil miydi birlikte yola çıktığımız insanlarla da değişik duraklarda yollarımız ayrılmaz mıydı; kimisi terk eder, kimisi seve seve gider, kimisini siz gönderirsiniz hayatınızdan, kimilerine de yeni yerler açarsınız. Bazen sevdikleriniz hayatınızdan ayrılıp ebedi bir yolculuğa uğurlanır, arkasından yas tutarsınız; kiminin gidişine aylarca göz yaşı akıtırsınız lakin hayat otobüsü yoluna devam eder. Menzile siz ve yanınızdaki birkaç kişi ulaşır en son durakta onlarla da yolunuz ayrılır ve tek başınıza gideceğiniz yere varırsınız aynen son yolculuğunuza uğurlanacağınız gibi. Aslında herkesin indiği durak onun menziliydi ve kader çizgisindeki birlikteliğimiz buraya kadar gelebilirdi. Sonrasında kalanlar ve gidenler hep aynı çizgide belli bir süreliğine kaldıklarını fark edebilirdi.
      İşte dedim ya yolculukta kitap okumaktı niyetim belki de bunun için otobüsü seçmiştim kendimle baş başa kalmak kendime sefer yapmak için. Bu kez erteledim kitap okumayı  ama daha büyük bir kitabın sayfaları arasında kendimi kaybettim belki de gerçek bir hikâyenin tam ortasından başladım bu seferki yol kitabına. Kaybettim dediğim şifreleri buldum yol kitabının satırları arasında.
     Böylece okumanın sadece kitapla sınırlı olmadığını, görebilmenin, düşünebilmenin ve hissedebilmenin olduğu her yerde ve anda okumanın olabileceğini anlamış oldum.
    Demek ki çok gezen bilir dedikleri tezin arka planında aslında gezdiklerini okuyabilenlerin sırrı varmış. Bundan hareketle diyebiliriz ki okumak, sadece bir eylem değil bir bakış açısı kazanarak olay ve durumlara yaklaşmaktır.
 

Yorumlar 3
Büşra çetin 06 Mayıs 2025 10:17

Her insanın indiği durak onun menziliydi. İnsan bazen kaçtığına yakalanır bazen de kovaladığından bur kenara saklanırdı Çok iyi tespitler farklı bakış açıları... Elinize sağlık hocam devamını bekliyoruz

Mustafa Erol 04 Mayıs 2025 22:57

Hayat otobüsüne binenler inenler...Aynı çatı altında bir gün bir gece yan yana ama bir o kadar da uzakta.şu anki ev ortamlarımıza ne kadar da benziyor değil mi ya da mesafeli soğuk gösterişli apartman hayatımıza.. Teşekkürler farklı bir yaklaşım tarzıyla izah etmişsiniz kanayan bir yaramızı..

Süheyla Çapan 04 Mayıs 2025 20:52

Kendimi otobüs koltuğunda seyahat eden biri gibi hissettim. Tasvirler çok iyi hayat otobüsü anaforu da ayrı bir mana olusturmuş

Yazarın Diğer Yazıları