Yasin Övüt

Arkadaşlarım adam oldu, ben fotoğrafçı!

Yasin Övüt

Arkadaşlarım adam oldu, ben fotoğrafçı!

Ol diye buyurdu, oluverdim. Kef ile Nun arasında kainattaki mekanıma yerleştim. On dokuz yaşında, buğday tenli bir kadının rahminde. Rahme benzeyen, dört yanı dağlarla çevrili bir şarkı Anadolu köyünde cemre gibi düştüm. Orada olmamı istedi el hak, istiyerek veya istemeyerek oluverdim. Diyor şair de demesi kolay hazretim. Hayatım bir şey olmaya çabalamakla geçti.  Çünkü herkes birşeydi çevremde ben değildim. Birisi olmak, bir şey olmak, yani adam olmanın yolu okumak ile oluyormuş. Okudum. Şiirle başladım okumaya, yazmaya. Yedi  güzel adam filan bilmezdik, bir tane çekmegil vardı. Mehmet Said Çekmegil. Hani şu büyük doğu cemiyetinin son kalesi. Sa’yi meşkur olsun zor da olsa kitaplarına ulaştım, bir çırpıda okuyordum her eserini. 

“Ben atam ibrahim’in duası, isa’nın müjdesi, annemin rüyasıyım.” Ben abd-i fakir u hakir u pür taksir hazretim. Ben ki atalardan birisinin duası mıydım? Bir dua kabul olacakça bu ben olur muydum? Kim beni müjdeliyecekti. Hangi kadının rüyası olacaktım. Ademoğullarından bir adem’im işte. Başarısızlığıma borçluyum bu yaşam öykümü. 4 veyahut 5. Sınıftı sanırım sınıfta herkesin önünde bir şiir okumuştum. (Olacaklardan habersiz garibim)

“Kışmı uzun sürdü
Sabrımız mı tükendi
Yüreklerimiz hala üşümektedir
Hala korkuyoruz soğuk almaktan
Öyle ki bir mevsim geçtik ki,
Nasılda kurtulduk kurumaktan…” 
(M. Said Çekmegil.)

Ya hazretim, öğretmen bütün sınıf’ı bana karşı gülmesini, dalga geçmesini söyledi. Bir hatundu bu öğretmen. Burda travmay’ı belirleyen, derinleştiren hemen akabinde yaşanan vakıa. En yakın arkadaşımdı. Sıra ona gelmişti. Altın kelebek ödülü almışçasına seke seke tahtaya kalktı bir şiir için. Okuduğu şiir’i  anımsayamıyorum şuan ama; kuşkusuz karşı mahalleden bir şiirdi. Okuduğu şiir’in hakkını veremediğini ben gibi tıfıl bir bıldırcın bile anlıyabiliyordu. Üstelik kağıda bakarak okudu. Altın kelebek, karton kelebek. Öğretmen bizi alkışlattırdı. Bu benim hayatımdaki ilk eylemimdi. Kanadı kırık kelebeğin onursuz ilk eylemi. Beni  okul ile kalem ile kitap ile arama  kalın kalın surlar koymaya sebep olan eylem. Bir çırpıda geçemeyeceğimiz surlar. Buraya bir mim koyalım yeni bir paragraf ile devam edelim mi hazretim.

Sebepler hazretim, hep şu sebepler beni bir o yana bir bu yana savurdu hallaç pamuğu gibi mektebdeki hatun’un  küstahlığından kaçıp ana rahmine sığındım. Ne var ki belli bir yaştan sonra ana kucağıda  koruma sağlayamazdı. Evde baba vardı. Aksaçlı. Hangi saat sinirlenip hangi saat sevinemeyeceğini kestiremediğim babam. Keyfi otoritesi beni hep tedirgin etti. İlk tekvir ettiğim adam babam oldu. Dağların kucağına sığındım. Sık sık bunu yapıyorum, bir tepeye tırmanıp kent’i uzaktan izliyorum. Bu çok hoşuma gidiyordu. Orda yaratıcıdan başka hiçbir otorite yoktu. Rab nedir, yaratıcı kimdir, ilah nedir henüz bilmesende birisinin senin başını anne şefkati ile okşadığını hissediyorsun. İşte böyle hazretim dünya hayat’ı bana sadece hüzün verirken; hiçbir eylemim beni gamdan azad kılmaz iken bir dağ başında olmam yaşıyor olmamın mazeretim oldu. Kent’i geride bırakarak bulduğum her tepeye tırmandım. Yayından gerilen bir ok gibi; gerile gerile  geri durdum kalabalıktan, kargaşadan, hengameden. Sadece ve sadece izliyorum. İnsanların kavgasını, sevdasını,  kuşların uçuşunu, okula gidip adam olan arkadaşlarımı izliyorum, başı boş dolaşan bulutları yakından gözlemliyorum. Elimi uzatsam dokunabileceğim manzaraları ölümsüzleştirmek istedim. Fotoğraf’ını çekip yayından çıkan ok gibi eve koştum. Şair olma ümidiyle gittiğim okuldan kaçarak sığındığım dağ başın da bir şahid olarak döndüm. Arkadaşlarım adam oldu, ben fotoğrafçı. Gel gör ki, ne şairliğin hakkının verdim, nede sahitliğin. Hazan bahçesinin bahçıvan’ı oldum.

Yazarın Diğer Yazıları