Yasin Övüt

İftar'a unuttuklarımız...

Yasin Övüt

Bu sene de böyle geçiyor, böyle gidiyor iki gözümün çiçeği

Bu sene de siyasetçilerin sofrasına dönüyor iftar sofraları.

Her senenin acı bir tadı kalmak zorunda mı mübarek ayda, bilemedim.

Oruç tutmayanın, karnı tokun, çenesi düşüğün, gıybetle beslenenin iftar sofrasına çağrıldığı; oruç tutanın, aç olanın, yolda kalanın, garibin, mültecinin, evsiz düşenin sofranın kenarında bile yer bulamadığı acıklı bir Ramazan bu Ramazan. Allah rızası için kalpleri yumuşatmak için böyle icap etmiştir, demeyin de o iki kaşıklık çorbayı da boğazımıza durdurmayın!

Bin dört yüz kırk dört yıldır savm ile geçiyor seneler. Bin küsur senedir de Anadolu'nun olduğu coğrafyada tutuluyor oruç. Bazen öyle tutuluyor ki, oruç'un dili, eli, kolu, ayakları bağlanıyor; oruç kıpırdayamıyor. Oysa insanın tüm hayvani melekeleri bağlanacak zannetmiştik onca zaman. Ki on asırdır bu coğrafyada biliniyor oruç nedir, oruca nasıl hürmet edilir… Geçtik Müslüman’a hürmet edilmesinden, oruç diye bir güzellik var ki tutana da tutmayana da; Müslüman’a da gâvura da hayrı var.

Her neyse, bunları zaten oruca tutulan da tutulmayan da biliyor. Benim içime düşen ise iftar sofralarına davet edilmeyenler.

Yolda kalanlar, gurbette olanlar, bir devlet yurdunda kalanlar hatta özel yurtta kalanlar, yalnız oruç açanlar, yolcular, yurdundan kovulanlar, evi yıkılanlar, muhacirler, mülteciler, savaşta evinden olanlar, eşinden ayrılanlar, işinden ayrılanlar, aşı olmayanlar… Biliniyor artık bu saydıklarımın kolay kolay iftar sofrasına davet edilmediği. İftar sofrasına dahi yarın bir gün işinize yarayacak olanlar davet ediliyor. Yani tam burada, oruç ağızla, yuh olsun, diyesim var. Yazıklar olsun, desem neye yarar. Zira sizin davet etmediğiniz sofralar değil; oruç doyurur kenarda kalanı, unutulanı, görülmeyeni.

Bu arada, o sofralarınız davet ettiğiniz politikacıları, cemaat mensuplarını, hemşericilik kadrosundan davet ettiklerinizi, ortaklıklarınız için çağırdıklarınızı inanın o doyurmaz! Çünkü o sofra bir kere iftar sofrasıdır. Karnı delik olanlara hayrı olmaz. Mümkünse karnının yerini unutanlara dokunur hayrı.

Sofralarınıza mümkünse üstü başı çamurluları, teni kokanları, elleri yaralanmışları, çalışmaktan bitap düşmüş olanları davet edin. Mümkünse seccadeler üzerinde dua edenleri çağırın. Sizin alnınızı koyduğunuz yere ayakkabıyla basanları davet ettiğinizde inanın ne dine bir gram siz katıyorsunuz; ne de dinden bir gram eksiliyor. Olan, Ramazan adlı dosta oluyor.

Sudan’da muhteşem bir âdet vardır: Ramazan ayında, iftara doğru, insanlar yollara çıkarlar ve arabaların önlerine atarlar kendilerini. O arabadaki yolcuları alıp evlerine götürmek için yarış yaparlar. Sofrada bir çorba, bir avuç pilav, az salata, varsa biraz et ya da nohut. Tatlı yerine de iki hurma bir bardak şerbet. Ben bunu derken ağlayasım geliyor. Zira iki avuç dolusu su ile bir güzel abdest alan insanların ülkesinde oruç, tutar insanı. Oysa suyu müsrifçe harcayan, sofrasına Halil İbrahim Sofrası deyip güya herkesi davet edenler, her nedense orucun, Ramazan’ın gördüğü insanları görüp davet etmezler. Hatta mümkünse oruçla hiç alakası olmayanları iftara değil iftar yemeğine ya da akşam yemeğine davet ederler.

Siz, iftara iftira gibi bakanları ve dünyaya doymak için saldıranları, hiç doymayanları davet ettikçe Ramazan adlı o mucizevi dostumuzun üzerinde yaralar açılıyor. Elbisesi dört bir taraftan yırtılıyor. Kişi başı ödediğiniz ücret bir öğrencinin aylık burs parası iken; kimi davet ediyorsunuz sofranıza? Sahi, sofranızı haramdan mı derlediniz ki haramileri çağırmaktan beri durmuyorsunuz, diyesim geldi, dedim.

Aslında kimi davet ederseniz davet edin sofranıza. Öyle ya her kul nasibini yermiş bu dünya sofrasından. Asıl mesele davet etmedikleriniz… Etmediklerimiz.

İftar sofranıza kimi davet etmiyorsunuz, bir bakın isterseniz! Orucu yüzüne vurmuş, duası gözlerinden akan, fakir ama oruçla dünyanın en zengini denli kanaatle yürüyen birini görürseniz ki milyonlarcası var sokaklarda…

Kimi iftara davet etmedik diye üzdük Ramazan’ı?

Kimin yerine oturduk da dışarıda bir garip kaldı diye Ramazan bizi çabucak terk etmek için acele ediyor?

Ramazan’ın da izzet-i nefsi var; tutup bir akşam yemeği, gece yemeği gibi görülürse iftar ile sahur; elbet kaça kaça gider Ramazan çöle kesmiş iftar sofralarımızdan; biz ise hâlâ o sofraları cennet sofrası zannededuralım… Ve asıl iftar sofralarına o sofraları donatanlar çağrılmaz! Yiyin efendiler, yiyin; belki orucunu tutmak da nasip olur.

Yazarın Diğer Yazıları